AVİGNONLU KIZLAR

Tuğba harikalar diyarında…

Tuğba Yazıcı / DieGazete.de / Miami 

Kaynak: https://diegazete.de/avignonlu-kizlar/



Merhaba DieGazete.de okuyucuları. Bu yazım şifreler, ilham, hayatın içindeki dönüşümler ve sanat üzerine… Bazı dönemler vardır.  Çeşitli sebeplerle her şeyi açıkça, söyleyemezsiniz. Konuşamazsınız. Bir dolu yaşanmışlıklar, bir dağ gibi yığılmıştır ve içinizdeki ses; bangır, bangır bağırır, dışarı çıkmak ister. En sonunda yaratıcı güce hükmeder ve onu bir şekilde dışarı vurursunuz.


‘İlham nedir? Ve nereden gelir?’ diye birçok sanatçıya, tasarımcıya sorulduğunu duymuşsunuzdur ve onlarda etkilendikleri şeylerin sırrını söylerler. Konuya göre; iklimden, duygulardan, modadan, tarihten, mimariden, ülkelerden ve hatta politikadan bile ilham alınılabilir. Bana sorarsanız ise, hayatın kendisi kocaman bir ilham kaynağı. Nasıl mı? Hadi sanatçıların eserleri üzerinden yorumlayalım.

Bugün anlatacağım konu; Picasso’nun ünlü kübist eseri “Avignon’lu Kızlar” hakkında…

Avignon, Fransa’nın Provence bölgesinde yer alan harika, görülesi  bir bölgedir. Picasso bir müddet bu bölgede yaşamıştır. Bizzat gidip gördüm, yaşadığı yerlerden biri olan  muhteşem Antibes’i ve orada o sıralarda kendisine tahsis edilen kaleyi ve şimdilerde Picasso müzesi olan yeri…

(O kalenin 2. Dünya savaşı sırasında Naziler tarafından çalışması için kendisine tahsis edildiğini müzede okumuştum) Avignon ise daha ortada bulunan bir bölgedir. Lakin resimde sözü geçen ”Avignon” burası değildir! Resimde sözü geçen Avignon, Barselona’da bulunan, bir sokaktır.

Picasso bu sokakta bulunan bir genelevde, ürkütücü bir şekilde bakan, geometrik şekillerden oluşan 5 kadının resmini yapmış zamanında(1907). Öyle ki  kadın olduğu söylenmese, kolay kolay anlaşılacak gibi değil. Resim kübizmin ilk temsilcileri arasında yer alıyor. Bugün New York’da, MOMA ( Modern Sanatlar Müzesinde) yer alıyor.

https://tr.wikipedia.org/wiki/Avignonlu_K%C4%B1zlar

Picasso’nun bu sert şekilde bakan, kadın yüzlerini yaparken; nelerden esinlendiği ile ilgili farklı söylentiler var. Afrika masklarından ilham aldığı söylense de ben şahsen Picasso’nun, dışarı vurmadığı duygularının yansıması olduğunu düşünüyorum.  Maskelerden etkilenmesinin bir sebebinin de;  maskelerin her birinin ayrı bir anlamı olduğu; hastalıktan, körlükten koruduğu söyleniyor.

Resimdeki 5 kadın genelevde çalışan fahişelerdir. Picasso bu tabloyu çalıştıktan sonra, bir daha asla, onu görmek istememiştir. Bu kısım oldukça ilginç! Neydi Picasso’yu bu resimden bu kadar iten? Bu tablo genelevde çalışan beş kadını simgeliyor. Ürkütücü gözleri, sert  hatları olan, yüzleri ve siluetleri ile asla tanınamayacak kadınlar. Peki neden Picasso bu konuyu seçti? Sebebi kendisinin o dönemde yakalandığı, ölümcül olan frengi hastalığı mıydı? İçindeki öfkeyi mi dışa vurdu? Veya toplumsal sorunlara dikkat çekmek miydi amacı? Resmi bir daha görmek istemediğini de düşünürsek; içindeki öfkenin dışavurumu olması da muhtemel geliyor! Picasso’nun bir akrep burcu erkeği ve  tutkularına göre yaşayan bir sanatçı olduğu  düşünülürse, her şey mümkün! Onun o dönem ne yaşadığını,  bilemeyiz ama sanat alanında bir  dönem başlattığını biliyoruz.

Bir sanatçı olarak şunu biliyorum: Ne yaşarsanız yaşayın; içinizdeki coşku da, öfke de, tutku da, aşk da yaptığınız işe yansıyor. Aynı şeyleri bu aralar La Fontane için de düşünüyorum. La Fontene masallarında, en fazla kullandığı hayvanlar; aslan, kurt, tilki, eşek ve horozdu. İnsanlardan ise özellikle köylü halka yer vermişti. Birçok eserinde kötüyü göstererek, iyinin ne olduğunu ortaya çıkartmaya çalışmıştı. La Fantone’nin en güzel masallarından biridir, kurt ile köpek, bilmeyenler için kısaca anlatayım:

Kurtla Köpek Masalı

Bir varmış, bir yokmuş. Kaf dağının ardında bir masal varmış. Köpekle tazıyı anlatıyor bu masal. Köpekler kuş uçurmaz olmuş çiftlikten, kurt bundan etkilenmiş tabi. Tazıya dönmüş açlıktan… Bir köpek görmüş dağda, yağlı, besili, parlak tüylü, yolunu şaşırmış besbelli, “bunu yersem ne güzel olur” demiş.

Saldırıya geçecekmiş ama çekinmiş. Aşağıdan alıp yaklaşmış yanına.
– İyi ense yapmışsınız maşallah demiş. Köpek şöyle uzun uzun bakmış.
– Siz de yapabilirsiniz bayım demiş. Benim gibi beslenmeyi isteseniz beslenirsiniz. Yaşamak sayılmaz sizinki, hep sefil olmak kötü bir şey besbelli.

Ne bu böyle, ne rahat bir uyku, ne ağız tadıyla yenen bir lokma yemek. Gelin benim yanıma dünya varmış deyin. Kurt bayağı merak etmiş doğrusu. Nasıl bir işmiş ki bu?

– Orda işim ne olacak benim?

Çomar gülmüş:

– Hiççç demiş. Fakir fukaraya saldıracaksın, evin adamlarına kuyruk sallayacaksın, sahibine hoş görünmek tek görevin. Bunun karşılığında artık ne varsa hepsi senin. Tavuk kemiği mi istersin, güvercin yada bıldırcın kemiği mi..

Bu arada sırtını okşarlar sabah ve akşam keyfe bak.

Kurdun ağzı kulaklarına varmış, gözleri dolmuş sevinçten… Köpeğin peşine takılmış çiftliğe doğru yol alırken, boynunda bir iz görmüş.

– Bu da nesi? demiş.
– Hiçç demiş köpek
– Hiç ama ne ?
– Değmez konuşmaya bile nene gerek
– Söyleyin canım merak ettim işte.
– Tasmanın yeri olacak.
– Neee? Bağlıyorlar mı? demiş kurt; öyleyse her istediğin yere gitmek yok.
– Yook demiş. Köpek ne çıkar bundan?

Kurt yolunu çevirmiş başka yöne:

– Sizin olsun eti de, kemiği de ben özgürlüğümü kimselere veremem, kimsenin boyunduruğu altına giremem, demiş ve uzaklaşmış oradan. Gidiş o gidiş….

Nasıl buldunuz La Fantone masalını?

Bana şahsen çok mantıklı geliyor. Onun hikayelerinde, hayvanları kullanma ve onları insanlaştırarak anlatma, Picasso’n gizemli kadınların suratını ve vücutlarını tanınmayacak şekilde resmetmesi, aynı duygular olabilir mi?

Hangi duygular ile yola çıkmış olurlarsa olsunlar; Picasso ve La Fantone, bugün farklı alanlarda, zamanlarda da olsa, sanat dünyasına iz bırakmış karakterler… Saygıyla anıyorum ve gülümseyerek bir anıya gönderme yapıyorum. Çocukluğumdaki annem ile ananemin konuşmalarını, biz anlamayalım diye “Kuşdili” ni kullanmalarını hatırladım, yazıyı yazarken:

“Secen, bece, bice söglicegem……!!!!”

Kuş dili ile ilgili bilgim maalesef sadece bu kadar.. Bu arada benim de “Tuğba La Fantone ” olarak, 2017 de ürettiğim bir seri var.

Çalışmanın adı “Hayat bir orman gibidir”

Manifestosu ise:

“Hayat bir orman gibidir; içinde kuşlar da yaşar, yılanlar da..

Portrenin adı ‘Şüpheci Kadın’

Bu artwork soruyor: Siz de mi bir yılansınız???”

Bu çalışma mix teknik olarak, bir seri çalışıldı. Boston’da birçok yerde sergilendi. Ayrıca “Taşınabilir Sanat” mantalitesinde üretilen yan ürünleri ile (yastık, fular, şal)   dünyanın birçok yerine ulaştı. Tabloların biri New York Manhattan’da , biri Virginia’da alıcı buldu. Fularlar ve yastıklar ise kim bilir dünyanın nerelerine ulaştılar.

İmza kime ait derseniz; tabii ki Tuğba La Fantone

Her insanın dışavurum ihtiyacı vardır ve bunu çeşitli şekillerde dışarı yansıtırlar. Kimi yaratıcı gücünü kullanarak, eser ortaya çıkartır, kimi farklı şekillerde dışavurum yaparlar. Her dışavurum güzel sonuçlar vermez, çünkü alkol, kumar bağımlılıklar da bir dışavurumdur.

İnsanların duygularını doğru ve dönüştürücü bir şekilde kullanmayı keşfetmeleri mutlu ve sağlıklı bir hayat için kendilerine olan bir borçtur.  Bunu yapamayanlar çeşitli hastalıkların sahibi olurlar.

Pekii söyleyin şimdi! siz duygularınızı nasıl dışa vuruyorsunuz? Kendiniz için ne yapıyorsunuz?

Unutmamalı ki hayat bizim ve biz yaşadığımız sürece ona sahibiz.   Rahmetli fotoğraf sanatçısı Ara Güler’in bir sözü ile yazıyı noktalıyorum: “Yaşam size verilmiş boş bir filmdir, her karesini mükemmel bir biçimde doldurmaya çalışın.”

Sevgiyle kalın yeni bir yazıya kadar